"Asos Congress 9. Uluslararası Hukuk Sempozyumu", Samsun, Türkiye, 24 Mayıs 2023, ss.282-283
Bir borç ilişkisinde borçludan borcunu edime uygun, yerinde ve zamanında ifa etmesi beklenir. Bu beklentinin boşa çıkarılması, borcun gereği gibi ifa edilmemesi yani borca aykırılık teşkil eder. Borcun zamanında ifa edilmemesi halinde ise alacaklı, genellikle kendisi için daha etkili bir koruma sağlayacağını düşündüğü borca aykırılığın özel bir türü olan borçlunun temerrüdü hükümlerine başvurarak hakkı elde etmeye çalışır. Pek çok borç ilişkisinde taraflardan birinin edimi bir miktar paranın ödenmesi olduğundan, kanun koyucu para borçlarında temerrüde özel sonuçlar bağlamıştır. Bu sonuçlardan özellikle temerrüt faizinde, borçlunun temerrüde düşmesinde kusurlu olması gerekmediği gibi alacaklının da ayrıca zarara uğramış olması şartı aranmamaktadır. Keza temerrüt faizi talep edebilmek için, bunun önceden sözleşmede kararlaştırılmış olmasına da gerek yoktur. Tüm bu özellikleri dolayısıyla temerrüt faizinin para borçlarının zamanında yerine getirilmesini teşvik edici ve aksi yönde davranışları caydırıcı nitelikte olabileceği düşünülebilse de; uygulamada vakıa, bu beklentinin tam aksi yönde gelişim göstermektedir. Bunun en önemli sebebi ise, temerrüt faiz oranlarının günümüzün enflasyon oranlarının çok altında kalmasıdır . Hal böyle olunca, paranın her geçen gün alım gücü ve değerini kaybettiği bir ortamda, borçludan temerrüt faizinden çekinerek para borcunu zamanında yerine getirmesini beklemek fazlasıyla iyimserdir. Dolayısıyla mevcut düzenlemeler ışığında temerrüt faizi, adeta alacaklının cezalandırıldığı borçlunun ise ödüllendirildiği bir müesseseye dönüşmüştür. Maalesef bu soruna aşkın zarara ilişkin düzenleme de (TBK m. 122) çare olmaktan uzaktır. Birincisi aşkın zararda temerrüt faizinden farklı olarak alacaklının zarara uğraması ve borçlunun kusuruyla bu zarara sebebiyet vermiş olması aranmaktadır. İkincisi aşkın zarar talebinin yine bir uyuşmazlıkta uzun bir yargılamayı gerektirmesi ve yargılama sonunda hükmedilen tazminatın, paradaki devam eden değer kaybı nedeniyle talep anındaki zararı karşılamaktan uzak olmasıdır. Bu çalışmada temerrüt faiz oranlarının günümüz gerçeklerinden uzak olması dolayısıyla alacaklıların yaşadığı sorunların uygulamada nasıl karşılık bulduğu; keza bu yönde mülkiyet hakkını ihlal dolayısıyla Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınan uyuşmazlıkların nasıl sonuçlandığı ve bu sorunun ne gibi yollarla aşılabileceği tartışılacaktır.