Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, cilt.30, sa.30, ss.237-253, 2023 (Hakemli Dergi)
Ölüm, tüm canlılar için kaçınılmaz bir sondur. Ancak en nihayetinde öleceğini bilerek yaşayan tek canlının da insan olduğu düşüncesi hâkimdir. Buna rağmen insanoğlu, “her ölüm erken ölümdür” gibi söylemler geliştirmekten de geri kalamamış; sevdiği kişilerin ölümünü kabullenmek konusunda her çağda sıkıntılar çekmiştir. Bunun neticesinde ölen kişinin bir şekilde adının anılması ve hatta adının uzun yıllar yaşatılması için bazı gelenekler üretmiştir. Ölen kişinin arkasından ağıtlar, türküler yakılması; ölen kişinin gömüldüğü yerin mezar haline getirilmesi ve ziyaret edilmesi; ölen kişi adına bir hayır yapılması veya kurban kesilmesi; çeşme yaptırılması veya vakıf kurulması; ihtiyaç sahiplerine yardım yapılması gibi birçok gelenek, bu “ölümü kabullenememe”nin doğrudan ya da dolaylı olarak bir sonucu olmuştur.
Edebiyat alanında ise şairler, ölen kişiler için şiirler söylemiş; bu şiirler zamanla mersiye adı verilen edebî türün yaratılmasına vesile olmuştur. Edebiyat tarihimiz boyunca çok önemli ve aynı zamanda çok dokunaklı olmaları sebebiyle okuyanı derinden etkileyen mersiyeler kaleme alınmıştır. Bu mersiyelerin sayesinde şiirin atfedildiği kişinin adı yüzyıllar sonra bile anılmaya devam etmiştir. Mersiyeler, ölen kişi hakkında geniş bilgi vermesinin ve verdiği bilgiler sayesinde tarihi birer kaynak olmasının yanı sıra o dönemin ve dönemin insanlarının ölüme karşı bakış açısını ve farklı topluluklardaki inanış ve gelenekleri sunması bağlamında önemli kaynaklardır.
Ahmedî, yaşadığı dönemin siyasi karışıklığı sebebiyle oradan oraya savrulmuş, birçok beyliğe ve beye intisap etmek zorunda kalmıştır. Her ne kadar ömrünün büyük bir kısmını Germiyanoğulları Beyliği kontrolündeki Kütahya’da geçirse de bir dönem Aydınoğulları Beyliğinde İsa Bey’in himayesinde de bulunmuştur. Hatta İsa Bey’in oğlu Hamza Bey’in hocalığını yapmayı ummuş; onun için ders kitabı niteliğinde eserler kaleme almıştır. Ancak Hamza Bey’in doğumdan çok kısa bir süre sonra ölümü Ahmedî’yi derinden etkilemiş; öğrencisini kaybeden bir hoca ya da himaye kapısını kaybeden bir şair olarak acısını dizelere dökmüş ve bir mersiye kaleme almıştır. Bugüne kadar bilinmeyen ve hiçbir kaynakta bahsedilmeyen bu mersiye, Ahmedî Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Tıpkıbasım) adlı doktora tezimizde kullandığımız Diyanet İşleri Başkanlığı nüshasında bulunmuş ve tarafımızca gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu mersiye, Klasik Türk Edebiyatının ilk mersiyesi sayılan ve yine Ahmedî tarafından yazılan Süleyman Şah mersiyesinden neredeyse on yıl önce kaleme alınmıştır. Bu da demek oluyor ki bu şiirle Ahmedî, yine kendisine ait olan “ilk mersiye şairi” unvanını on yıl kadar önceye taşımıştır. Bu çalışmamızla da Hamza Bey mersiyesinin incelemesi yapılmış ve mersiyenin daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırılması amaçlanmıştır.
Death is an inevitable end for all living things. However, there is a common belief that humans are the only living creatures knowing that they will eventually die. Despite this, human beings could not fail to develop discourses such as "every death is an early death" and mankind has had difficulties in every age to accept the death of the people they love. As a result of this, some traditions have been derived to commemorate the name of the deceased in some way and even to keep her/his name alive for many years. Many traditions such as lamenting after the deceased, singing folk songs; burial and visiting the place where the deceased is buried; a charity or sacrifice on behalf of the deceased; making a fountain or establishing a foundation and helping the needy on behalf of the deceased etc. have been a direct or indirect consequence of this “not accepting death”. In the field of literature, poets sang poems for the deceased. These poems have been caused in the creation of a literary genre called elegy over time. Throughout our literary history, very important elegies have been written that deeply affect the reader because they are very touching. Thanks to these elegies, the name of the person to whom the poem is attributed continued to be mentioned even after centuries. The elegies are important sources in the context of presenting the perspective of death of the people of that period and the people of that period and the beliefs and traditions in different communities, as well as giving extensive information about the deceased and history. Due to the political turmoil of the period in which he lived, Ahmedî was scattered from place to place and had to join many principalities and lords. Although he spent most of his life in Kütahya, which was under the control of the Germiyanoğulları Principality, he was also under the patronage of İsa Bey in the Aydınoğulları Principality for a while. He even hoped to teach İsa Bey's son Hamza Bey and he wrote works that are like a textbook for him. However, the death of Hamza Bey at birth or just after birth deeply affected Ahmedi; as a teacher who lost his student or as a poet who lost his possible patronage, he put his pain into lines and wrote an elegy. This elegy, unknown until today and not mentioned in any source, was found in the copy of the Presidency of Religious Affairs, which we used in our doctoral thesis called Ahmedî Dîvânı (Review-Criticized Text-Facsimile) and was brought to light by us. This elegy was written almost ten years before the Süleyman Shah elegy, which is considered the first elegy of Classical Turkish Literature which also was written by Ahmedî. This means that with this poem, Ahmedî carried the title of "first elegy poet", which already belongs to him, to ten years back. In this study, Hamza Bey's elegy has been analyzed and it is aimed to convey the elegy to a wider readership.