Akademi Kitabevi Yayınları, Ankara, 2024
ÖNSÖZ
1991 yılı, yaz mevsimiydi. Öğrenci Yerleştirme Sınavı (ÖYS) sonuçlarının gazetede açıklanacağı gün, dershanenin önünde yüzlerce insan toplaşmış, heyecanla bekliyordu. Bekleyenlerden biri de bendim, ancak diğerleri kadar heyecan içinde olduğum söylenemezdi. Gereksiz heyecanları, hayatımla ilgili kumar oynamayı -bugün olduğu gibi- gençken de sevmezdim. Tek merak ettiğim hangi üniversiteye gideceğimdi. Çünkü matematik okuyacağıma şüphe yoktu. Ailem, mühendislik veya tıp fakültesi tercihlerinde bulunduğumu zannederken, benim onlar için küçük bir sürprizim vardı.
Matematiğe karşı ilgim her zaman vardı. Bugün dönüp çocukluğumu düşündüğümde görüyorum ki, matematiğin en sevdiğim ders olmasından daha öte bir durumdu bu. Matematiğe karşı ilgili olmam onu daha çok araştırmama sebep oluyordu, araştırdıkça öğrenme isteğim artıyor, bu da doğrudan başarımı tetikliyordu. Başarıdan aldığım hazla matematikle daha fazla ilgileniyordum. Zaman geçtikçe dersler; “matematik ve diğerleri” olarak gruplanmaya başladı. Bazı derslerdeki başarısız sonuçlar ise benim için çoktan teferruat olmuştu.
Oldukça keyif aldığım bir alanda çalışmak, hayatımın matematikle şekillenmesi benim için en doğalıydı. O dönemlere ilişkin en büyük hatam ise, matematiğin neredeyse tamamını bildiğimi düşünmek oldu. O günlere ilişkin ders müfredatı, bugünlerle kıyaslanmayacak derecede yoğundu. Analiz, lineer cebir, analitik geometri gibi matematik alanları derinlemesine anlatılıyordu. Basit ispatlar yapabiliyordum. Türev, integral gibi konuların -hala- matematikteki en yeni, en üst düzey konular olarak kabul edilmesi ne tuhaf...
vi Önsöz
Lisans eğitimim boyunca, özellikle de 3. sınıftan itibaren matematikte ne kadar farklı konular olduğunu görmeye başlamıştım. Her konudan eşit derecede haz aldığımı söyleyemem, pür matematik konuları daha fazla ilgimi çekiyordu. Topoloji ve soyut cebir derslerine karşı ilgim diğerlerine göre daha yoğundu. Üniversiteyi kazandığım ilk zamanlarda tanıştığım yeni mezun bir matematikçinin “Hayal gücün nasıldır?” diye sormasının nedenini çok daha iyi anlamıştım. Ve akademik hayatım “cebir” üzerinde şekil alacaktı.
Üniversiteyi bitirdiğimde, adına diploma denen kâğıt parçası üzerinde bana “matematikçi unvanı” verildiği yazıyordu. Ben artık matematikçi miydim? Bir matematikçi olmak tam olarak ne demekti? Literatürdeki anlamına hiç girmeyeceğim ancak bendeki karşılığı “matematik üreten kimse” demek. Oysa henüz o unvanı hak etmemiştim. Bir matematikçi olmak için yolun başındaydım, öncelikle daha fazla matematik öğrenmeye ihtiyacım vardı. Bunun yolu da yüksek lisans yapmaktan geçiyordu. Bir üniversite mezunu olarak artık çalışma hayatına atılma zorunluluğu hissettim ve benim için hem matematik öğrenebileceğim hem de gelir sağlayabileceğim en uygun meslek akademisyenlikti.
Matematik kadar yaşantımın da salt yalın, anlaşılır ve tahmin edilebilir olmasını tercih ederim. Ama hayatta bazen tesadüfler yaşamımıza yön verir. Benim akademik yaşantım da bir tesadüf eseri Eğitim Fakültesi Matematik Öğretmenliği Programında başladı. Lisansüstü eğitimim “cebir” konusunda olunca, Eğitim Fakültesi içinde cebir ve ilişkili temel dersleri yıllarca yürüttüm. İş çevrem de doğal olarak eğitim alanında çalışan arkadaşlarımdan oluşmaktaydı. Bu sebeple, matematik eğitiminde var olan sorunlara ve bu sorunların çözümlerindeki yaklaşımlara çokça tanıklık edebildim. Uzmanlık alanım matematik eğitimi olmasa da genel olarak bu konuda bir fikir sahibi olduğumu söyleyebilirim. İlerleyen yıllarda ise daha önceden hiç fikir sahibi olmadığım bir
Önsöz vii alana, “üstün yeteneklilerin eğitimi” alanına bir proje vesilesiyle
dahil oldum.
Üstün yetenekli çocuklarla çalışmak, onlara matematik anlatmak bana bambaşka bir keyif verdi. Bu süreçte üstün yetenekli bir çocukla yaptığım ve altı yıl süren mentorluk çalışmaları, bu alandaki sorunları daha iyi görmeme neden oldu.
Yaratıcılık eğitiminin, eğitim programlarında yoğun bir şekilde verilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Yaratıcılık genel anlamda çok kapsamlı bir kavramdır. Bu kitapta özelikle “Matematikte yaratıcılık nedir?” sorusu üzerinde durdum. Bu soruya cevap ararken de yaratıcılığın geliştirilmesi üzerine yorum yaparak önerilerde bulundum. Matematiğin ne olduğunu bilmeden matematikteki yaratıcılıktan bahsetmek doğru olmaz. Bu yüzden kitabın ilk bölümünü matematiği tanıtmak üzerine inşa ederken ikinci bölümde matematiğin okullardaki uygulamalarına yer verdim. Son bölümde ise matematikteki yaratıcılık üzerine düşüncelerimi aktarmaya çalıştım.
Bu kitapta gerek kendi deneyimlerimin gerekse çevremdeki diğer matematikçileri gözlemleyerek elde ettiğim birikimlerin yanı sıra matematik tarihinden de izler bulacaksınız. Önsözde kendimden bu kadar detaylı bahsetmemin nedeni, kitaptaki düşüncelerin; pür matematikle ilgilenen bir cebirci, matematik eğitimi ve üstün yeteneklilerin eğitimi hakkında fikri ve önerileri olan matematik sevdalısı biri tarafından, subjektif bakış açısıyla yazıldığının bilinmesidir.
Bu kitabın yazılma serüveni, günümüz matematik eğitimindeki uygulamaların özellikle üstün yetenekli çocuklar için uygun ve yeterli olmayışına dayanır. Bu kitap, kendime sorduğum “O çocuklara nasıl bir nebze faydam olabilir?” sorusunu yanıtlama çabasıdır.
viii Önsöz
Matematikte yaratıcılık alanına ilgi duyan herkesin keyifle
okuması dileğiyle. Matematikli günler...
Matematiği keşfetmek okyanusu keşfetmeye benzer.
Önceleri sadece kumsalda çakıl taşları ve kumlarla oynarsın.
Sonra yavaş yavaş denize girer,
Zamanla yüzmeyi öğrenirsin.
Sonrasında daha derinlere açılır dipleri keşfedersin.
Yeteri kadar malzemen ve bilgin varsa daha derinlere dalarsın.
Daha da derinlere...
Ömrün boyunca tüm okyanusu göremeyeceğini bilsen de
Yeni yerler keşfetmenin zevki seni başka hayallere götürür.
Hiç bitmeyecek sonsuz bir heyecan...
Mart 2024 Fatih KARABACAK